EKONOMİ GAZETESİ’NDE SELÇUK AVCI RÖPORTAJI: TÜRKİYE’DE SÜRDÜRÜLEBİLİR MİMARLIK İÇİN İNOVASYONDA YAPTIRIMLAR OLMALI!

Selçuk Avcı’nın sürdürülebilirlik hakkındaki röportajı, 9 Nisan 2016 tarihli Ekonomi Gazetesi’nde…

AvcıArch-EkonomiGazetesi-Röportaj

 

Bize kendinizden ve Avcı Architects’ten bahseder misiniz?

İngiltere’de 1984 senesinde Bath Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra bir süre Arup Associates’de çalışıp 1988’de kendi ofisimi açmaya karar verdim. Staj dönemimde Feilden Clegg Bradley Studio’da çalışmıştım. Beni iş hayatına hazır hale getiren bu iki tecrübeydi. Kendi ofisimizle yarışmalar kazanarak ve erken başarılar elde ederek İngiltere’de ismimizi duyurmayı başardık. Ardından Markus Lehto ile birlikte yatırım danışmanlığı konusunda hizmet veren Urbanista’yı kurduk. 2008 yılında ekonomik kriz tüm Avrupa’yı etkisi altına alınca Avrupa’daki projelerimiz durdu. O nedenle Londra’da bulunan ofisi küçültmeye karar verdik ve krizden çok fazla etkilenmeyen Türkiye’de çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Projeleri İstanbul’dan, gayrimenkul ve yatırım işlerini de Londra’dan yürütmeye başladık. Avcı Architects çeşitli safhalardan geçerek bugünkü halini aldı diyebilirim. Ofis olarak ilk günden bu yana tasarım ve kavram kalitesindeki ısrarcılığımızdan hiçbir zaman ödün vermedik. Bizim için tasarım bir katmanlandırma sürecidir. Bir çözümün ortaya çıkışı projeyi saran konuların anlaşılması ve bunlarla yakınlık kurulmasına dayanmaktadır. Basmakalıp çözümlerden kaçınarak meselenin DNA’sına inmeye çalışıyoruz. Bizi heyecanlandıran bu husustur.

Sürdürülebilir mimarlık son zamanların en çok konuşulan kavramlarından biri. Bu kavramı tanımlar mısınız? Sizin sürdürülebilir mimarlık anlayışıyla tanışmanız nasıl oldu?

Mimarlığı, mühendislik açısından da düşünme zorunluluğu ekolojik yaklaşımın ve enerji verimliliğinin önemli bir faktör olduğunu benimseyerek eğitim almamızı sağladı. O zamanlar bu anlayışı biz ‘genius loci’ olarak adlandırıyorduk, yani yerin karakteristiğini benimseyerek ‘yere göre tasarlamak’… Bu anlayış, enerji ve ekolojiyle ilgili değerlerle bir araya gelince sürdürülebilir mimari kaçınılmaz bir hale geldi. Benim bu konuya olan ilgim Bath Üniversitesi’ndeyken başladı diyebilirim. Okul bittikten sonra hep bu tür pratikleri aramaya başladım. Esas ilgim, bu konularla ilgili pratik tecrübeleri olan firmalarla çalıştıktan sonra oturmaya başladı. Çalıştığım şirketler olan Feildcn Clegg Bradley (o zamanki adıyla Architecture Shop), Arup Associates ve Energy Conscious Design’da edindiğim deneyimler birikimlerime katkıda bulundu.

Sürdürülebilir mimari, insan ve doğa eksenli bir yapılaşma yaklaşımını anlatır. Kendi içerisinde de çok önemli; ekolojik, etik ve ekonomik diye adlandırdığımız üç ayrı ekseni vardır. Ekolojik mimari anlamında, tam olarak sürdürülebilirliğin ilklerini bütünleştirmek istiyorsanız, diğer iki segmenti de vurgulamanız gerekir. Dolayısıyla sürdürülebilir bir ürünün ortaya çıkması ilk andan itibaren bu üç faktörün sürece dahil edilmesine bağlı. Ekolojik eksenin ne olduğu ve bunu yönlendiren etkenlerin neler olduğu artık yaygın olarak biliniyor. Sürdürülebilirliğin ekonomik boyutunu hayal etmek de zor değil, bir yapıya biçilen ekonomik değer günün şartları ile sınırlı kalmadan gelecek senaryolarını da hesaba katar ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını da düşünerek yapılırsa sürdürülebilir olur.  Sürdürülebilirliğin etik boyutu ise bir yapının kent yaşamına, sahiplerine ve kullanıcılarına yaşam döngüsü boyunca sağlayacağı sosyolojik ve psikolojik etkenlerdir. Ayrıca ekolojik mimaride sadece mimarinin birtakım cihazlarla desteklenmesinden bahsetmemeliyiz. Mimarinin gayretleri doğanın bir parçası olduğundan, içerisinde de olduğu ortamdan esinlenerek kendi kendini sürdürebilmesine doğru yönlendirilmeli diye düşünüyorum.

06_Vadi_Project
Çubukluvadi Retail, Avci Architects

Türkiye’deki sürdürülebilir mimarlık algısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda neler yapılabileceğiyle ilgili önerileriniz var mı?

Ne yazık ki sürdürülebilirliği geçici bir trend olarak algılayan mimar ve mühendisler olduğunu biliyoruz. Sürdürülebilirliğin birçok kişi tarafından güncel ve geçici bir moda ya da trend olarak algılanması tehlikeli bir durum. Bu algı ne yazık ki işverenleri de yanlış yönlendiriyor ve çoğu bunu sadece pazarlamanın bir boyutu olarak görüyorlar. Sürdürülebilir düşünce tarzı tabii ki bir trend değil, kaçınılmaz bir sonuç. Bununla bugün başa çıkamazsak, yarın artık çok geç olsa bile başa çıkmamız gerekecek. Küresel ısınmayla mücadelede mimarlara, mühendislere, şehir plancılarına ve en önemlisi de yönetmelikleri belirleyen devlet yetkililerine büyük sorumluluklar düşüyor. Bu kitlesel eğitimimiz ve anlayışımızla ilgili bir şey ve burada hem yerel hem de merkezi yönetimlerin rolleri çok önemli. Fakat politik arenada hiç kimse küresel ısınmayla mücadele üstüne konuşmuyor.

Mesela bir grup bilim adamı, dünyanın gelişmiş ülkelerinin el ele verip Amerika’nın Soğuk Savaş dönemindeki Ay’a insan gönderme projesini anımsatan, o ölçekteki enerji üst başlıklı bir projenin, tüm ülkeler tarafından finanse edilmesini öngörüyorlar. Bu projeye  “Global Apollo” adını veren bilim adamları, her ülkenin GSMH’lerinin %0.02’sinin temiz ve ucuz enerji üretimine doğru yönlendirilmesini öneriyor. Amerika, Soğuk Savaş döneminde tüm bilim adamlarını bu konuya odaklayarak Ay’a Apollo uzay aracı ile adam göndermişti. Demek ki bu seviyede olağanüstü gibi görünen bir şey bile insanlar el ele verince mümkün. Şimdi aynı çabayı güneş enerjisine ve başka inovatif enerji kaynaklarına yönlendirmemiz gerekiyor.

Buna paralel olarak da, global veriler bize yaşanacakların ne kadar yakın olduğu konusunda ipuçları veriyor. Eğer, küresel ortalama ısı değerleri 2035 senesinde 2 derece artarsa; bu, buzulların giderek çözülmesi ve deniz seviyesinin birçok bölgede 20-30 cm yükseleceği anlamına gelir. Bunun sonucunda İstanbul’da Haliç kıyılarının büyük bir kısmı ve boğazın birçok bölgesi su altında kalacak ve giderek değişen hava koşullarıyla dünyanın birçok bölgesinde felaketler oluşmaya başlayacak. Bu duruma göz yumarak hiçbir şey yapmamak artık bir seçenek değil.

Sürdürülebilirliğin ekonomi boyutu hakkında neler söylersiniz?

En basit ifadeyle, bugünün yatırımlarının yarının nesilleri için yapıldığını her zaman hatırlamak gerekiyor. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin ekonomik boyutu oldukça derine giden bir konu ve verdiğimiz kararları her seviyede etkileyen bir boyut.

2015’te İngiliz mühendislik ve müşavirlik şirketi Mott MacDonald’ın yayınladığı küresel ısınma raporunda, 20 sene içerisinde ısınmadan dolayı kayıpların $1 trilyon dolara ulaşabileceğini ve bununla başa çıkmak için $200 milyar dolarlık bir yatırımın gerektiğini açıkladı. Dolayısıyla yapacağımız yatırımların küresel ısınmayı tetikleyen karbon salınımı yüksek üretimleri sona erdirmeye yönelik olması gerekiyor. Örneğin İstanbul’da ve başka birçok şehirde mevcut olan milyonlarca metrekare çatı ve Türkiye’de bilhassa çatıların üzerine düşen güneş ışığı hacmine bakarsak solar sistemlerin kullanımının yoğunlaşması kaçınılmaz bir sonuç bence. Bu gibi geniş çaplı hareketlerle ancak küresel ısınmayı büyük ölçekte etkileyebiliriz. Ve tabii ki hükümetin bu gibi potensiyel kazanımlara destek vermesi gerekiyor; çünkü bu gibi aksiyonlar bireysel ölçüde değil kitlesel bir hareketle ancak fark yaratır.

Öte yandan çok açık ve net bir boyutu da tabi ki doğrudan tasarruf. Yani daha az enerji tüketimi, daha az masraf vs. Sonuçta bu tasarruflarla beraber, alternatif enerji kaynaklarını kullanarak doğaya karbon salınımını da minimize etmiş oluyoruz.

04_AnaGorsel_Parsel28_web
Çubuklu Parsel28, Avciarchitects

Mimari üretimleriniz, inovasyon temelinde şekilleniyor. Mimaride inovasyon kavramı nasıl ele alınmalı?

Günümüzde sıklıkla duyduğumuz inovasyon, yenilikçilik, yenileşim gibi kavramların sadece yüksek teknolojiye sahip çözümler olarak algılanmaması ve tasarım kararlarıyla bütün olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle mimaride inovasyon, daha büyük ölçekte sürdürülebilir, sosyal ve ekonomik iyileşmelere de katkı sağlayan tasarımdaki organizasyonun sadece bir parçasını oluşturuyor. Inovasyon sadece bir takım yenilikçi cihaz ve ekipmanların bir araya getirilmesinden ibaret olamaz, çünkü binaların kendilerinin bütünsel tasarımı ve bu tasarımın enerji verimliliğiyle ilişkisi asıl ilginç olan ve potansiyel yüklü bir konu. Ama tabii ki bunu teşvik kurumlarına anlatmak o kadar kolay olmayabilir.

Küresel İnovasyon Endeksi’nin 2015 verilerine göre; Türkiye inovasyon performansında 58. sırada yer alıyor ve dünya çapında oldukça gerilerdeyiz. Bunun başka bir açısı da bizim ihracatımızın kg değerinin her daim düşük seviyelerde kalmasıdır. Bu Türkiye’nin büyüme hedeflerini de etkileyen bir faktör. Eğer biz 2013 senesinde hükümetin bahsettiği ekonomik büyüme hedeflerine ulaşmaya biraz olsun yaklaşmak istiyorsak inovasyonu her ölçekte ve mümkün olan her noktada destekliyor olmamız gerekiyor.

Dolayısıyla sürdürülebilir mimarlık sistematik inovasyon politikalarına ihtiyaç duyuyor. Mimaride sürdürülebilirliğin uzun vadede sosyo-ekonomik ve sistematik bir süreçle kendi etkin ve yetkinliğini kazanabilmesi için mimaride bazı inovasyon yaptırımları uygulanması gerekiyor. Devletin, proje mevzuatları çerçevesinde, her proje için, inovasyonda yaptırımlar konusunu kendi özelinde ve sürecinde değerlendirip ayrı bir destek mekanizması yaratması gerekiyor. Mimaride inovasyon kavramı, proje mevzuatlarının zorunlu bir süreci haline getirilmeli ve denetlenmelidir. Projedeki fikrin orjinalliği, ekonomisi, sosyal hayata katkısı ve uygulama süreci değerlendirilmeli ve her proje öncesindeki araştırma-geliştirme süreci, ortamı ve teknik altyapısı takip edilmelidir.

Avcı Architects’in projeleri hangi temel (ler) üzerine kuruluyor? Hangi anlayışlardan besleniyor?

Günümüzde birçok mimar ve mühendis farklı ve nitelikli özellikler için çalışıyorlar. Fakat çalışma biçimleri ya da alışkanlıkları dikkate alındığında, belki de %5-%10 gibi bir aralıktaki mimar – mühendis, bizi ilgilendiren yaklaşımla çalışıyor; bu yaklaşımın tarifi de sanırım “holistik” ya da bütünleşik tasarım… Türkiye için de çok önemli bir konu olduğunu düşündüğümüz bütünleşik tasarım teknik, sanatsal ve yapısal her bilgiyi bir araya getiren, çok yönlü bir düşünce tarzını ifade ediyor. Michelangelo, Mimar Sinan, Leonardo da Vinci gibi ustalar aslında bütünleşik tasarım yapıyorlardı. Bu tür isimlerin çağımızda benzerleri yok, çünkü yapı artık geçmişle kıyaslanamayacak kadar komplike bir konu. Bir binanın mekaniği, elektriği, teknolojisi, aydınlatma tasarımı gibi bir sürü farklı boyutu var. Tüm bu alanlardaki bilgiye tek bir kişinin aynı seviyede hakim olması ve yaratıcı olabilmesi imkansız bir durum. Bu konularda en iyiyi yapan insanların, bir araya gelerek ekip olmaları ve birlikte kafa yormaları gerekiyor.

01_Türkiye-Müteahhitler-Birliği-Merkez-Binası_web
Türkiye Müteahhitler Birliği Merkez Ofisi, Avciarchitects

Türkiye’deki en iyi sürdürülebilir mimari örneklerden birisi olan Türkiye Müteahhitler Birliği Binası ile birçok ödül aldınız. Bu binanın sürdürülebilirlik açısından nasıl ele alındığını, neler vaat ettiğini anlatır mısınız?

Bölgenin ilkim şartlarını derinden analiz etmeden ekolojik tasarım yapamazsınız. Dolayısıyla Ankara’yı bu anlamda çok iyi analiz ederek, o iklim şartlarında termal labirent sistemini kullanmamız gerektiğini düşündük. Yapının en dikkat çeken özelliklerinden biri olan termal labirent sistemi Ankara’nın tipik iklim özelliği olan gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkını kullanarak önemli ölçüde enerji tasarrufu sağlıyor. Yaz ortasında bile gece ve gündüz sıcaklıkları arasında büyük fark olması, gündüz sıcaklığı 30-35 dereceye yükselirken gece sıcaklığı 15-18 derecelere düşüyor olması gibi iklimsel verilere karşı, gece düşen sıcaklık doğal yollardan elinizde olan ve kullanmanız gereken önemli bir kaynağa dönüşüyor. Labirent de bu kaynağı değerlendirmek için kurulmuş bir sistem. Kısacası termal labirent yaz aylarında düşük gece ısısını depolayarak gündüz yapının pasif olarak soğutulmasını, kışın ise toprak altının öz ısısının kullanılarak yapının pasif olarak  ısıtılmasını sağlıyor. Termal labirentin ne olduğu ile ilgili olarak da, aslında ana fikri çok eski devirlere, Roma mimarisine dayandığını söyleyebilirim. O dönemde yapılar tuğla duvarlar sayesinde yerden yükseltiliyor ve hava kanalları ile zeminden ısıtılıyorlardı. Türk hamamları da Roma mimarisinden esinlenerek şekillenmiştir. Termal labirentin çalışma yöntemi de buna benziyor. Labirent bir ısıl kütledir, beton ya da taş gibi ısıl yoğunluğu yüksek olan bir malzemeden yapılır. Yani termal labirent yaz aylarında düşük gece ısısını depolayarak gündüz yapının pasif olarak soğutulmasını, kışın ise toprak altının öz ısısının kullanılarak yapının pasif olarak  ısıtılmasını sağlıyor. Bu, tabii ki bulunduğunuz yerin doğal iklim şartları uygun olduğunda yapabileceğiniz bir sistem. Böylelikle Türkiye’de ilk kez termal labirent sistemini kullanarak standart binalara oranla %50 enerji tasarrufu sağlamış olduk.

Ayrıca binanın cephesinde kullanılan ve paslanmaz çelik malzemeden üretilmiş mesh (ağ) sistemi, güneşe açık yüzeylerde aşırı ısınmayı önlüyor ve binanın aldığı gün ışığını optimize ediyor. Binada kütlesel ısıtma ve soğutma sağlayan betonarme döşeme içi borular, bina iklimlendirmesinde enerji tasarrufu sağlayan “chilled-beam” (soğuk kiriş) sistemi, su tasarrufu sağlayan vitrifiye elemanları, sıcak su sağlanmasında kullanılan güneş kolektörleri, bahçe sulamasında ve tuvaletlerde kullanılmak üzere yağmur suyunun toplanması gibi ekolojik sistemler de yer alıyor. Yapının enerji ihtiyacının yaklaşık %5’i bina çatısına yerleştirilen fotovoltaik panellerle karşılanacak. Binada yer alan enerji tasarruflu LED aydınlatmalar, binanın fiziksel durumunu kontrol altında tutan otomasyon sistemi, gün ışığına ve harekete duyarlı aydınlatma seviye otomasyonu ve gökyüzünde ışık kirliliğini azaltan dış aydınlatma tasarımı binanın diğer önemli ekolojik unsurlarını oluşturuyor diyebilirim. Peyzaj tasarımında az su tüketen endemik bitkiler tercih ederek bu bağlamda da bütünsel bir yaklaşım elde ettik. Sulama gerektirmeyen bitkilerin kullanıldığı yeşil çatı sistemi su tasarrufu sağlarken, yaz aylarında da binanın ısınma gereksinimini azaltarak enerji tasarrufuna da katkıda bulunuyor.

TMB Binası, aynı zamanda tasarım çalışmaları kapsamında tüm disiplinlerin mimar tarafından koordine edildiği, etütlerin, AR-GE çalışmalarının yapılarak, Türkiye’deki inşaat ve malzeme sektörünün gelişimine katkıda bulunan ve yerel malzemelerin kullanımını teşvik eden bir ‘entegre tasarım’ örneği.

Güncel projelerinizden söz eder misiniz?

Avcı Architects olarak sadece mimarlıkla uğraşmıyoruz, farklı ölçeklerde ve niteliklerde projeler üretiyoruz. Kentsel tasarım (master planning), mimari ve iç mimari tasarım ve sergi tasarımlarına kadar yoğunlaşan projelerimiz bu çeşitliliği oluşturuyor. Son dönemlerde Afrika’da aktif olarak çalışıyoruz. Kongo Cumhuriyeti’nde bir kongre merkezi ve otel tasarladık; ardından çok kısa bir sürede inşaatına başlandı. Bu sene de Brazzaville’de hükümet bakanlıkları ve AVM ve bir şehir oteli projesini tamamlayacağız. Bu Türkiye EXIM Bankası tarafından fonlandırılan bir proje ve bence bulunduğu bölgede büyük bir yankı oluşturacak. Ayrıca Türkiye’de, İstanbul’un en nezih ve doğası hassas olan bölgelerinden birinde bir mahalle/konut projesi yapıyoruz. Sosyal boyutlarından dolayı ses getirecek bir proje olacak. Önümüzdeki dönemde ise Suudi Arabistan’ın Al Khobar şehrinde sürdürülebilir bir karma kullanım projesi, ve Baku’da bir sosyal konut projesi ile çalışmaya başlayacağız.

 

 

Recommended Posts

Leave a Comment