SELÇUK AVCI, VENEDİK BİENALİ ULUSLARARASI MİMARLIK SERGİSİ İLE İLGİLİ YORUMLARIYLA İSTANBULARTNEWS’ta…

2016_06_01_Kapak_Sayfası_İstanbul Art News Ek

Venedik Bienali’ne ilk katılımım 1996 yılında Hans Hollein tarafından yönetilen 6. Mimarlık Bienali kapsamında, hocam ve daha sonradan ortağım olan Profesör Michael Brawne’nin İngiliz Konseyi tarafından İngiliz Pavyonu için seçildiği zaman gerçekleşti. O zaman 35 yaşındaydım. Bienalin teması olan ‘Geleceği Hissetmek – Bir Sismograf olarak Mimar’, İngiliz Konseyi’nin, internet çağının bilgiye ulaşma ve erişme yöntemlerimizi değiştirmesiyle birlikte gelişiminde bir değişim sürecinden geçen ve bilgi alışverişini şekillendiren mekanlar olan kütüphanelere odaklanmasını sağladı. Ana sergi 20. yüzyılın sonlarında kütüphane olarak tasarlanan dört binayı konu aldı: Colin St John Wilson ve Ortakları tarafından tasarlanan Londra İngiliz Kütüphanesi, Sir Norman Foster ve Ortakları tarafından tasarlanan The Carré d’Art, Nîmes, Fransa; MacCormac Jamieson Prichard tarafından tasarlanan Lancaster Ruskin Kütüphanesi ve Nicholas Grimshaw ve Partnerleri tarafından tasarlanan Cornwall Eden Projesi. İngiliz Konseyi’nin Michael Brawne’yi seçmesi doğal bir karardı çünkü kütüphane tasarımlarında en uzman kişi oydu ve bundan 15 sene öncesinde kütüphane tasarımlarının nasıl olması gerektiği konusundaki ilk tasarım kitabını yazan kişiydi.

Girişken genç mimarlar serisinin bir parçası olan ve İngiliz Pavyonu’nun alt katlarında sergi düzenleyen ‘yeraltı çocukları’ idik. İnternet bağlantısının sürekli açık olduğu, sadece kitap içeren değil aynı zamanda çalışmak ve araştırmak için 7/24 açık bir etkileşim merkezi olan, internet ve dijital çağı bu üslubun gelişmesi adına kabul etme gereksinimini tanıyan ve kütüphane tasarımlarına kısmen yeni bir yaklaşım kazandıran tasarımımız ile Edinburgh Üniversitesi Kütüphane Tasarım Yarışması’na başvurdum.

Benim için en güzel olan şey üst katımızda çok değerli Norman Foster ve (yeni İstanbul Havalimanı mimarı) Nicholas Grimshaw bulunurken, alt katımızda Bienal’e gelecek nesillerden ne beklenmesi gerektiğini göstermek için şans verilen girişken mimarların olmasıydı. Tasarımımız organizasyonel vizyonu açısından yeni bir dönem aralarken aynı zamanda ekolojik bir bakış açısından yaklaşıldığında en sürdürülebilir çözümü sunuyordu. Bu da bodrum katında olmaktan ötürü gurur duyduğumuz bir bağlam içerisinde bize önemli bir şans verdi.

Venedik Bienali’ni senelerdir ziyaret ediyorum. Sanırım ilk ziyaretimi en çok sevdiğim mimarların izlerini takip etmeye çalıştığım 80’li yıllarda, Avrupa’da yaptığım “inceleme” gezileri sırasında gerçekleştirdim. Carlo Scarpa, işleri Venedik’in birçok bölgesine yayılan mimarlardan biridir ve bu bölgelerden biri de Viale Trento girişinden Bienal’e ulaşılan geçittir. Bienal zihnimin derinliklerine kök salmadan ve takvimimde kaçırılmaması gereken bir etkinliğe dönüşmeden önce de Venedik benim için olağanüstü bir ders kitabı niteliğindeydi.

Venedik’e ve Bienal’e yaratıcı pillerimi yeniden şarj etmek için gidiyorum. Bu her sene yapmam gereken bir şeydir ve eğer yapmazsam hayatımdaki çok önemli bir şeyin eksik olduğu hissine kapılıyorum. Bu yüzden ilk Venedik ziyaretim bu ders kitabının sayfalarını açıp okumaya başlama amacıyla gerçekleşti ve bu kitabı hala okumaya devam ediyorum. Bu, ilk olarak makro ölçekte açılan, toplumun ve medeniyetin, ilişkilerin, insanlığın, kentsel sorumlulukların ve işyerindeki demokrasinin sorunlarını ortaya çıkaran bir kitabı temsil ediyor. Sonrasında ise çok çabuk bir biçimde kompozisyona, yüzeye ve renklere, gölgeye ve yalnızca Venedik’te deneyim edebileceğiniz bu özel ışıkla olan ilişkisine geçiyor. Bununla anlatmak istediğimi tanımlayabilecek yeterince güzel kelimeler bulamıyorum bu yüzden kendimi Claude Monet’nin Alacakaranlıkta San Giorgio Maggiore tablosunun betimlediği Venedik hissiyatına bırakıyorum. Bu ışığı ne zaman deneyim etsem, su, gökyüzü ve arasında kalan şeylerin renklerinin yorumuyla birlikte arada kalan şeylerin önemini, yani mimarlığı fark ediyorum. Eğer imkanınız varsa lütfen bu resmin orjinalini görün.

Sokaklarda dolaşırken, duvarlara ve yüzeylere hafifçe dokunarak yanlarından geçerken ve her şeyin sevgiyle ve ilgiyle bir araya getirildiğinin kanıtı niteliğinde olan Tanrı’nın detaylarda gizli olduğu bilgisini daha da iyi idrak ederken kitap benim için süratle detaylara iniyor. Bu da beni Trento geçidindeki Carlo Scarpa’nın eserine ulaştırıyor. Scarpa Venedik’in her yerine yayılmış (orada yaşadı) ancak Scarpa tarafından tasarlanan köprüye kadar uzanan bir müze olan Querini Stampalia’yı gezmeden, onun işlerinin değerini yeteri kadar anlamak mümkün değil. Burada, mikro ölçekle yakın bir ilişki kuran bu makro ölçeğin ardındaki düşünceyi deneyim ediyorsunuz. Scarpa’nın gün boyunca gelgit sebebiyle yükselen ve alçalan kanal sularının zayıflayan akıntısına cevabı, Po Nehri Vadisi ve Venedik’in coğrafi gerçekliklerinde yer alan mimari ve sınır hakkında yazılmış bir şiire işaret etmektedir. Binaya giriş, Venedik Mavisi dışında tanımlanamaz olan renklerdeki suyun yükselişini ve alçalışını kutlayan kanaldan yapılan, klasik bir gondol geçidiyle ilişkilendirildi. Bina içerisindeki taş platformdan oluşturulmuş teraslar, taşlardan gondola doğru yürürken suyun içeri ve dışarı döküldüğü alanlar oluşturuyorlar.

Bu yüzden Giardini girişindeki geçide ulaştığımda, Bienal’deki Giardini’nin bahçelerinde ve duvarlarının arkasında nasıl yenilikler göreceğimi tahmin etmeye çalışarak Scarpa’nın geçidindeki sütunlara dokunurum ve bu kutsal yolculuğu yeniden hissetmek için belli bir vakit ayırırım.

Alejandro Aravena’nın bu seneki teması “Cepheden Bildirmek”, farklı bir değişim deneyimi yaşatmayı vaad ediyor. Kendi sözleriyle:

Cepheden Bildirmek, ayrımcılık, eşitsizlik, gelişmekte olan bölgeler, sağlık hizmetlerine erişim, doğal afetler, konut yetersizliği, göç, kayıtdışılık, suç, trafik, atık sorunu, hava kirliliği ve toplumların dahiliyeti sorunlarıyla yüz yüze gelen ve yeni faaliyet alanları oluşturma adına ufuklarını genişleten insanların işlerini daha geniş bir kitleyle paylaşmaya odaklanacak. Aynı zamanda, pragmatik olanı varoluşsal, uygun, cesur, yaratıcı ve sağduyulu olanla entegre eden ve farklı boyutların sentezlendiği örnekleri tanıtacak.”

Alejandro, katılım gösteren ülkelerden açık bir şekilde daha fazlasını bekleyen çok boyutlu bir mimar. İkonik ve kapitalist unsurlardan uzaklaşmak için normal mimarlık kavramlarını sorgulamak adına katılım gösteren herkesi bu mücadeleye çağırıyor ve duygusal bağlamda gerçek olan, daha insan odaklı ortak alanların yaratılmasının önemine işaret ediyor. Bizi, genelde birçok kişi tarafından mimarların rolü olarak addedilmeyen boyutları keşfetmeye doğru iten durumları bulmak için, sınırlarımızın en uç noktalarına kadar gitmeye davet ediyor. Bu nedenle, herhangi bir ulusal pavyonun karşılaştığı bu zorluk, yalnızca putperestlikten ya da ulusal mimari kahramanlıklardan uzaklaşmak değil aynı zamanda az sayıdaki imtiyaz sahibi kişilere yönelmeden, ülkenin ve onun gerçek insanlarının yüzleştiği durumlarla ilintili olan gerçek bir niyet ortaya koymak olacaktır.

Arsenale’deki Türk pavyonuna doğru yola çıkarak, en son 2014 yılında yaşadığım bu özel heyecanı bu sene yeniden yaşayacağım. Bir mekan olarak Arsenale, halat fabrikalarının ulusal projelerle yan yana geldiği ve birbirleriyle iç içe geçen sergiye daha evrensel bir boyut katıyor. Türkiye için gurur verici olan şey, diğerleri farklı bölümleri paylaşmak durumundayken, pavyonun diğerlerinden daha ayrı bir noktada sergilenecek olması. En azından, sonunda bize ait olan kalıcı bir mekana sahip olduk. Pavyonumuzla ve içeriğiyle ilgili basında ve sosyal medyada yer alan ve zaman zaman alevlenen negatif tutumlu tartışmalar, pavyonumuzu ziyaret ettiğimde duyacağım gurura gölge düşüremeyecek. Her ne sergilenirse sergilensin, bence birçok yönden bu gurur hep orada olacak. Tabii ki, Türk bir mimar olarak diğerlerinin olduğu gibi benim de düşüncelerim ve eleştirilerim olacak ancak bunları sergiyi gerçek anlamda ziyaret edene kadar bu tartışma alanının içine dahil etmekten kaçınacağım.

Türk pavyonunın içeriği hakkında nasıl bir tartışma dönerse dönsün, benim Bienal hakkındaki görüşlerimi değiştiremeyecek. Açılış törenleri sırasında en az iki günümü orada geçirerek, ekibimizi ve çabalarını destekleyeceğim. Geçtiğimiz aylarda şekillenen eleştirel argümanlar ne nitelikte olursa olsunlar, bunun çok etkileyici bir gösteri olacağına dair en ufak şüphem yok. Mükemmeliyet arzusuyla ilgili zaafımı göz önünde bulundurarak, pavyonumuzun Alejandro’nun “Cepheden Bildirmek” temalı çağrısına ne denli uyum sağlayabildiğini görmek için diğerleriyle birlikte pavyonumuzu inceleyeceğim. Aravena, hem bu zaman diliminde hem de geçtiğimiz on yıl içerisinde tüm dünya olarak çok zor zamanlardan geçtiğimizi belirtiyor. Aravena’nın ortaya koyduğu, sürdürülebilir mimarlığın, dünyanın mevcut kapitalist düzen tarafından yönetilen sosyo-ekonomik sistemine teslim olarak değil, bu sistemi görünür olan ve görünür kılan özeleştiri bağlamı içerisinde sorgulayarak ve sürekli gözden geçirerek gerçekleştirilebileceği fikri hoşuma gidiyor. 2010 yılında meydana gelen deprem ve 12 metre yüksekliğinde dalgalar yaratan tsunamiyle birlikte yerle bir olan Constitucion’u, toplumların kendi geleceklerini şekillendirmeleri fikrini bir kamuoyu yaratıp yayarak yeniden inşa etme projesi, bu ölçekte bir devrim niteliğindeydi. Sürdürülebilir ve ekonomik sosyal konutlandırma projeleriyle ilişki kurma hedefiyle hayata geçirilen Aravena’nın kendi stüdyosu Elemental tarafından yürütülen projeleri okuduğumda heyecanlanıyorum. Bu bağlamda umuyorum ki küratörlerimiz, ‘Ortak Aklımızın’ derinlerine inmek ve ‘Ortak bir Zemin’ bulmak adına ulusal, kültürel, sosyal ve politik tüm cepheler boyunca bölünmez bir şekilde iç içe geçen bir geleceğe doğru yol alarak, Aravena’nın hepimizi dahil ettiği bu görevi yerine getirecekler.

Venedik Bienali kapsamındaki tüm bu unsurlar, yalnızca mimarlar ve mühendisler için değil, aynı zamanda politikacılar, memurlar, sanayiciler ve yatırımcılar için de bir zenginlik ve bilgi kaynağı olma görevini görüyorlar. Hepimizi tek bir ‘ortak akıl’ fikrinin etrafına toplayabilecek global bir arenada böyle bir iletişim kurulacak olması büyük bir fırsat. Bu yılki Bienal’in gündemi daha önce hiç olmadığı kadar zengin: Özellikle imkanı olmayan ve daha yoksul toplumlar için bölgesel olarak hareket ederek yerel düzlemde sürdülebilir bir şekilde nasıl hareket edebiliriz ve insanların yaşamlarını global ölçekte nasıl geliştirebiliriz.

Venedik ‘Ders Kitabı’ bir kez daha dünyanın dört bir yanından gelen mimari uçlar ve sınırları ortaya koyacak sayfalarla zenginleşiyor. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, bu aktivist ve canlı kitabı okumaya devam etmek için oraya gitmeye sabırsızlanıyorum.” – Selçuk Avcı

 

 

Recommended Posts

Leave a Comment