Ljubljana; ideal şehir

Konsept Projeler Dergisi’nin son sayısında Selçuk Avcı Ljubljana’yı anlatıyor.

” Ljubljana ideal bir yerleşim bölgesinin bütün özelliklerine sahip. İnsan ölçeğinde kentsel birimlerden oluşan, nefes almak için gerekli yeşil alanların parkların, ağaçlı yollar ve meydanların bulunduğu, şehri birbirine bağlayan dolaşım sisteminin iyi çalıştığı ve arabalara bağımlı olmadığı ve yönetimsel açıdan doğru bir hiyerarşik düzene sahip bir şehir.

Slovenya, 1991 yılında Yugoslavya’dan ayrılması ile sonuçlanacak bir savaştan fazla hasar almadan çıkmıştı. Eşim ile Londra’dan endişe ile izlemekten başka bir şey yapamadığımız bu on gün süren savaşın ardından Ljubljana, iki milyon nüfuslu bu yeni özerk ülkenin başkenti olarak yeniden doğmuştu. Kent, “sahip olmanın” yoksunluğundan yeni kurtulmuş sakinlerine iade edildi. O andan itibaren Lübyana ve Lübyanalılar 46 yıl süren boğucu bir totaliter, komünist rejimin uyuşmuşluğundan hızla uzaklaşmaya başladılar. Slovenya bu dönemden tarihinde ilk kez bağımsız bir ülke olarak çıkarken Ljubljana da Avrupa’nın en güzel başkentlerinden biri olarak yükseldi. Öyle ki bu şehrin güzelliği hem eski hem de benim gibi yeni sakinlerine ‘eve’ dönmek için sebepler yarattı ya da yarattırdı.

hotelplaza_ljubljana_02
1991 yılı sonunda bağımsızlığına kavuşan halk, soğuk savaşın diğer bir çok yer gibi çürümeye bıraktığı, ihmal edilmiş, bakmsız, köhnelmiş ve yorgun bir şehir teslim aldılar. Özgürlüğü seçen Slovenyalılar, zor ekonomik koşullara rağmen ilk kez kendi ayakları üzerinde, kendi kaynakları ile ve yeni kazanılmış bir enerji ile yola devam etmek zorundaydılar ve bu yorgun şehirden Avrupa’nın en yaşanabilir kentlerinden birini yaratmayı başardılar.
Buradaki yerleşimin başlangıcı Ljubljana’dan çok önceleri, Balkanlara uzanan bir yol üzerinde, Lublianika ırmağının kıyısına kurulan bir Roma garnizonuna dayanır. Buradan gelişen Roma şehri Emona’nın dörtgen biçimi, kapıları ve Slovenska Caddesi gibi ana aksları bugün Ljubljana’nın tarihi merkezini oluşturur ve kentsel dokuya bütünüyle entegre olmuştur.
Ancak bugün gördüğümüz şehir esas olarak iki belirleyici dönemde şekillenmiştir. Bunlardan ilki Lublianika ırmağı boyunca uzanan ve en yüksek noktada Ljubljana kalesine ulaşan ortaçağ kentidir. Bu doku organik formlardan oluşur ve ortaçağ kentlerinde sıkça görüldüğü üzere topografyanın kıvrımlarını takip eder. İkinci dönem ise güney doğuda Roma döneminden kalan lineer modeli takip ederek aksların belirlendiği ve dikdörtgen formlar içinde meydanların ve yolların ortaya çıktığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Dönemi’dir. Bu model bölgedeki birçok şehirde belirgin olarak okunabilir. Ancak Ljubljana’da bu dönüşüm ortaçağ kent dokusunu silmek yerine, “eski” şehire kaotik yapısını yatıştırmak ve işlevselleştirme amacıyla müdahele eder.
Ljubljana, 19. yy’da kuvvetli bir deprem ile yerle bir olur. Bu dönemde Sloven asıllı Viyana’lı mimar Max Fabiani, kentin 20.yy’daki modern dönüşümünün temellerini oluşturacak yeni master planı hazırlar. Fabiani’den 30 yıl sonra ise Jože Plečnik’ten “şehrin mimarı” sıfatı ile bir kent planı geliştirmesi istenir. İşte bu dönemde Ljubljanica nehri kıyıları, kamusal alan ve yapılar kendine özgü bir karaktere kavuşur. Bugün onun şehre verdiği ruh kendisi de mimar olan Belediye Başkanı Janez Koželj’nin nehir kıyısı boyunca ve kamusal alanlara yönelik geliştirdiği projeleriyle yaşamaya devam ediyor. Aynı zamandı Ljubljana Üniversitesi’nde mimarlık bölümünde hoca da olan Janez Koželj göreve geldiğinden bu yana kentin gelişimine büyük katkı sağlamaya devam ediyor.
Şehri geliştirirken ve yaşanılırlığını arttıran da bu sorumluluğu bütünsel bir bakış açısı ile üstlenmiş, şehrin bugünü kadar geleceğini de planlayan ve kendini adamış bir kişinin, bir ‘şehir mimarı’nın’ kararlılığıdır. Bu kişi kalabalık bir orkestranın şefliğini üstlenir.

 

Ljubljana’da kente hissedilir etkisi olacak projeler daima mimari yarışmalar ile yapılır. Juri Kobe’nin tasarladığı Mesarski Most köprüsü veya Bevk Perovič’in tasarımı olan ve henüz tamamlanmayan milli kütüphane NUK2 gibi örnekler bu yolla kararlaştırılmış projelerdir.
Jože Plečnik’e geri dönecek olursak, Ljubljana’nın şehir merkezinin planı ile ilgili bugün hala işleyen ve hayranlık uyandıran her ayrıntının onun kaleminden çıkmış olduğu söylenebilir. Şehrin mücevheri olan ve Presern meydanı ile Mestni Trg’ı birbirine bağlayan Üçlü Köprü, yakın zamanda trafiğin de merkezden uzaklaştırılmış olması sayesinde artık yayalara ait.
Juri Kobe’nin tasarımı pazar meydanı köprüsü de Plečnik’in geleneğini devam ettirir nitelikte. Jože Plečnik’in alışılagelmedik fikirleri Ljubljana ile öylesine özdeşleşmiş ki, şehrin modern mimarisi için hala bir esin kaynağı teşki eder. Örneğin Janez Koželj Polijanska konut projesinin tasarımında doğrudan doğruya Plečnik’in ‘Flat Iron Building’inden esinlenmiştir. Ljubljana’nın özelliği (belki de talihi), bir kişinin şehre duyduğu aşkı bu şehri yaşanılır kılma arzusu ile şehrin planlamasında hevesle yansıtacak frsatı bulabilmiş olmasıdır. Bugün ise Ljubljana Belediye Başkanı Janez Kozeli aynı saygı ile şehre hizmet etmeye devam ediyor. Bu böyle devam ettikçe Ljubljana ideal bir şehir olmayı sürdürecek.
Belediye’nin en önemli işlerinden biri şehir merkezindeki trafiği kademeli olarak uzaklaştırmak ve bölgede yaya dolanımını ve bisiklet kullanımını teşvik etmek oldu. Araçların kamusal alanlardan uzaklaşması ve şehir hayatındaki rolünün giderek azalışı, Ljubljana’nın giderek daha da yaşanılası bir kent oluşunda önemli faktörlerden biri. Araçların ortadan kalkması ile daha ‘açık’, daha davetkar bir karaktere bürünen meydanlar, sokaklar ve kaldırımlar kent sakinleri tarafından evlerinin bir uzantısı gibi algılanmaya ve ona göre muamele görmeye başladı. Nehrin şehir merkezinden geçen kıyıları adeta ince uzun bir evin oturma odası gibi, italyan kentlerinin Piazza’ları, Corso’ları gibi, kentlilerin müşterek bir alanda birbirleri ile sosyalleştikleri bir ‘yer’ haline geldi.
Ljubljana’yı ilgi çekici kılan esas faktör yerlilerin şehir üzrindeki güçlü mülkiyet hissi ve bu hissin yerel yönetimin de arzuladığı ve icraatları ile de desteklediği kuvvetli bir olgu oluşudur. Ziyaretciler için bu güçlü mülkiyet hissinin etkisiyle şehir, ilk bakışta özel ile umumi arasında bir tapınak gibi görünebilir ama kolayca içine girebileceklerdir. Bu his Londra’nın Primrose Hill, Islington veya Hampsted gibi küçük yerleşm birimlerinden çok da farklı değildir. Buraları ziyaret ettiğimizde farklı bir ortama adım attığımızı hemen hissederiz. Ancak Ljubljana, kentin bütünü kendi içinde küçük bir mikrokosmos olarak işleyebilecek boyutlara sahip. Bu şartların oluşabilmesi, sosyal yaşam biriminin veya mikro-cosmosun boyutlarının mülkiyet hisedilebilecek büyüklükte olmasına bağlıdır.
Dolayısı ile ideal toplum fikrinin oluşmasında büyüklük önem taşır. Ancak bu küçük birimlerin bir araya gelerek oluşturacağı bütünlük, parçalar kendi içinde doğru çalıştığı sürece büyüyebilir.
Bu anlamda Ljubljana ideal bir şehrin bütün özelliklerine sahip bir birimdir. İnsan ölçeğinde kentsel birimlerden oluşan, nefes almak için gerekli yeşil alanların parkların, ağaçlı yollar ve meydanların bulunduğu, şehri birbirine bağlayan dolaşım sisteminin iyi çalıştığı ve arabalara bağımlı olmadığı ve yönetimsel açıdan doğru bir hiyerarşik düzene sahip bir şehir. Bütün bunlar Ljubljana’da uzun bir tarihsel dönemde ve ne mutlu ki bu sahiplenme ve sevgi hissi ile biraraya geldi.
Yakın zamandaki Paris seyahatimde de bir kez daha anladım ki büyük şehirler de benzer şekilde ortaya çıkıyor. Daha büyük bulvarlar, daha büyük parklar, daha büyük mesafeler ama yine tek bir “şehir mimarının” Haussmann’ın tutarlı ihtimamı. Ljubljana başlangıcını Fabiani ile yaptı, daha sonra Plečnik ve şimdi de Koželij. Buradan çıkaracağımız fikir, şehirlerin de hepimiz gibi sevgi, ilgi ve özenle yaklaşılmaya ihtiyacı var, ve ancak bunları istikrarlı bir kaynaktan almak kalıcı, tutarlı ve sarsımaz bir bütünlük sağlayacaktır.”

Recent Posts

Leave a Comment