Kemal Seyhan, Yatay / Dikey / Renk / Yoğunluk

Kemal Seyhan

Avcı architects’te belli aralıklarla bize ilham veren ve merakla takip ettiğimiz sanatçıların işlerini stüdyomuzda ağırlıyoruz. Üç ay süren sergilerin bitişine yakın ise yaratıcı üretimin çeşitli yönleri üzerine fikir üretmekten zevk alan dostlarımızla bir araya geldiğimiz “Dialog” akşamlarını gerçekleştiriyoruz. İsmet Doğan’ın ardından bu kez de sanat üretimini Viyana ve İstanbul arasında devam ettiren tanınmış sanatçı ve yakın dostumuz Kemal Seyhan işlerini bizle paylaşak.

Kemal Seyhan’ın işleri bir makalede şu şekilde anlatılıyor:

“sentaks

Kemal Seyhan’ın son yirmi yıldaki pentürleri, dört kelimeli daracık bir dille yazılmıştır:

yatay | dikey | renk | yoğunlaştırma. Üstelik sanatçı, bu dar vokabulerin sözcüklerini birbirine eklemlerken, bir dizi kuralla kendini kisitlar: siyahla baslamak | yatay ve dikeyi tuvale boylu boyunca ve tek hamlede uygulamak | resim yüzeyinde büyük – küçük, kapsayan – kapsanan, içeri – dışarı gibi basit topolojik ilişkilerden kaçınmak; bu meyanda, | rengi tuvalde alan tanımlamak amacıyle kullanmamak, başlıca | yoğunlaştırmanın emrine vermek | her türlü üc boyut yanılsamasını imkansızlaştıran, mükemmelleştirilmiş bir yüzey yaratmak | yüzey dışında herşeyi, tuvalin arkasını, yanını, tamamen dikkat alanı dışında bırakmak | …

Eserler, bu vokabüler ve kurallar tuvale kırk, elli, altmış kere tatbik edilerek üretilir. Elli kilo boya, binlerce spatula darbesi ile kırk, elli, altmış yüzey halinde kanvasa surulur.

Sanatcının 2009’dan başlayarak yaptığı kağıt işlerdeyse, tuvalle birlikte boya da bir ifade aracı olarak kaybolur. Bunun yerine, kağıdı yatay ve dikeyde ve yer yer de bunlara açılı olarak travers ederek kaplayan binlerce grafit izi geçer. Yogun grafit tatbikinin metalik bir yüzeye dönüştürdüğü bu eserlerde Seyhan’ın vokabülerinin merkezi mefhumu olan yoğunlaştırma yeni bir araca kavuşur: Kağıdın her iki boyutunu izleyerek ve onlu arkalı tatbik edilen kırmaların (Seyhan kağıdı çizer / boyarken bir yandan da keskin bir kenara dayayarak kırmaktadır) yüzeye kazandırdığı rölyef. Gercekten de bu rölyefin zengin topografisi kat kat boya tatbiki ile mükemmelleşmis renk yoğunluklarının pentüre kazandırdığı etkiyi kağıtta tekrarlamaktadır. Zira bitmiş eserin yarı-kaotik topografisi, ışıkla yoğun bir iletişime geçmekte ve çevrenin renklerini yansıtarak her görüş açısına bir baska kromatik gam sunmaktadır.

autopoiesis

Eserlerin, boyut ve belki renk seçimi ile ilgili oldukca genel bir niyet dışında master planları yoktur. Resmi oluşturan altmış katmanın her biri, kendilerinden once tatbik edilen katmanlarin yonlendirmesi ile, ve belki sanatcinin mikro-estetik denilebilecek lokal secimleriyle, karara baglanir. Bu kararlarda, gorsel olan hemen daima bedeni ve psisik olanin gerisinde, hatta hakimiyetindedir. Ginsberg, bir roportajda, Bob Dylan’in sarki soylerken bedeni varligini agzindan cikacak hava kitlesinin dogru fiziksel ozellikleri tasimasina teksif ettigini soyler. Seyhan da calisirken, ayni seyi yapar. Tum dikkatini ve bedeni yetilerini, spatulun yedi sekiz santim enindeki keskin kenari, boya ve yuzey arasindaki fiziki iliskinin dogruluguna teksif eder. Boylece yuzeyi sayisiz kereler bastan sona boyar.

Her anin gecmis anlarin toplamiyle tartisilarak yaratildigi bu surecte, sentaksin, eserlerin ne zaman bitmis sayilacagina dair, sureci onceleyen bir kural koyamayacagi aciktir. Ozetle, Seyhan’in eserleri, biyolojik ya da psisik tum organik surecler gibi kuvvetli bir autopoietic ozellik tasir. Tamamen bittikleri, hic bir zaman soylenemez.

semantik

Nihayet birileri baksin, iletisim kursun diye uretilen bir eserde, sanatcinin kendini daracik bir vokabuler, cok sert sozdizimi kurallari ve anin ani urettigi programsiz bir surecle kisitlamasi, ilginctir. Acaba, bu eserler, kendi uretim sureclerinden baska hicbir anlamin tasiyicisi olmayabilir mi?

Evet ve Hayir.

Evet; cunku Seyhan’in eserleri, gercekten de resimden baska herhangi bir alanin kavram ve problematigine atifta bulunmaz, gundelik ya da teorik dunyanin sorulariyla ugrasmaz.

Hayir; cunku bu eserler, onlerinde duran, durmayi tercih eden seyirciyle ozel bir iletisime gecer. Bu iletisim, resmin izleyicisine uyguladigi, belki sert degil ama, kesif durdurma etkisinden ibarettir. Muhtemelen, bu durdurma etkisini yaratan, bizzat eserlerin katiksiz mesajsizligidir. Seyhan’in resimleri onunde durmak ve onlara bakmak, uzak biryerlerde okunan ve sozlerini ayirdedemedigimiz bir siirin bizi durdurup kendini dinletmesine, bizim o siire kendimizi kaptirmamiza, ama hakkinda hicbir sey dusunemememize benzer.

Onlar, ister atolyede bir kosede dursunlar, ister sergi mekanlarinda, hep ilgimizi o mesajsiz yuzeylerine cekerek kararsiz zihinlerimizi tanimsiz bir tefekkur anina tasirlar. Ressamin atolyede calisirken kendi adina umdugu da bu olsa gerektir.

organik, vs.

Tabii butun bunlar soylendikten sonra, Seyhan’in pentur ve cizimlerini, meditasyonu kolaylastirmak icin onumuze koydugumuz birer optik gerec gibi anlayamayiz. Bunlar, herseyden once, canli sanat eserleridir. Bir kere durdurup yakaladilar mi, bakani saf bir estetik yasantiya suruklerler. Soz konusu yasanti, daha cok, sinir sisteminin kavramlari onceleyen rutinlerinde cereyan eder, sanki. Bakan, birseyi sezmenin, dahasi hatirlamanin, ama bir turlu teshis edememenin gerilimi altindadir. Arayacak, ama bunun ne oldugunu bulamayacaktir. Bir haz almaktadir. Ama adini koyamayacaktir. Eser merakini tahrik etmektedir. Ama bakan tam da neyi merak etmektedir? Entellektuel sureclere eslik eden hisler devrededir. Ancak bunlar, kavramsal sureclerin derinlik ve veriminden degil, gorsel duyumun yogunlugundan kaynaklanmaktadir. Eser, deyim yerindeyse kendini nuanslarda ve sayisiz nuansla ortaya koydugu icin, gerilim, haz, merak da kendilerinin ve birbirlerinin nuanslarini cagirarak eser boyunca ilerler. Seyrettiginiz eser, herseyden once bir dokudur, ama nedense, bir turlu monotonlasmaz.

Paul Valéry, bir yerde, insan urunu nesnelerle dogal nesneleri kiyaslar. Bu kiyasin sonunda, insan urunu nesnelerde formun icerilen parcalardan nisbetsizce daha onemli oldugunu tespit eder. Buna belki sunu eklemek gerekir ki, otomobilden binaya varincaya dek insan urunu hemen herseyde, goze sunulan form, kendine hic benzemeyen birseyi kapatmakta, ortmektedir. Oysa bu, tabiatta pek nadir bir fenomendir. Dogal nesnelerin yuzeyleri, icerip kapattiklari cogullugun deterministik bir devamini, mutememmim cuzunu, olusturur – zarin hucreyle, kabugun agacla, derinin bedenle iliskisini dusunun. Bu anlamda resim sanati, uzun binyillar boyunca, insan urunu dedigimiz seyin paradigmatik ornegini olusturmus, konu ancak yirminci yuzyilda tartismaya acilmis ve hatta bu yuzyilin cogu sanatcisi, kendini tartismanin fiilen disinda tutmustur. Seyhan’in buyuk bir ozgunlukle basardigi sey, resmi insan urunu nesnelerle dogal nesnelerin arasinda kalan gri bir alana suruklemesidir. Onun eserlerinde yuzeyin ulastigi karmasiklik seviyesi ve yogunluk, izleyiciye, bu yuzeyin kapattigi hacmin tamamen dogal bir devami, deterministik bir son kesiti oldugunu apacik hissettirir.”

Recent Posts

Leave a Comment