Yeni Teknolojiler ve Geleceğin Mimarlığı Arasındaki Paradoks
Türkiye’nin ve dünyanın birçok yerinde ödüllü projelere imza atan Avcı Architects, sürdürülebilirlik kriterlerini esas alarak tasarladığı projeleriyle Türkiye’nin öncü ofislerinden biri olarak gösteriliyor. Sürdürülebilir bir mimarlığın günümüz teknolojilerle çok farklı biçimlere evrildiğini ve günümüz mimarlığın yeni teknolojiler ve iyi mimarlık üretme biçimi ile ilgili doğru bir uzlaşma alanına ihtiyaç duyduğunu belirten Avcı Architects’in kurucusu Mimar Selçuk Avcı, günümüz mimarlığını ve yeni teknolojiler arasındaki gerilimi Avcı Architects projeleri üzerinden değerlendiriyor.
Günümüz teknolojilerin gündelik yaşamı kolaylaştırdığı ve yeni üretim biçimlerindeki yadsınamaz rolünü tariflerken, günümüz mimarlığın yapı diline, mimari mekan’ın yeni teknolojilerle rolünün yeniden tariflenmesine, bilimsel düşüncenin nasıl mimarlık pratiğinde başka enstrümantal/akılcı zihin sanatına dönüştüğünü anlamak için hiç şüphesiz biraz ‘’teknoloji’’ kavramının kökenine inmek ve 1970’lerde çevre tahribatları ve doğal kaynakların tüketileceği kaygısıyla parlayan ‘’çevre’’ kavramına inmek gerekiyor. ‘’Teknoloji’’ kelimesi Yunanca ‘’techne’’ sözcüğünden gelmekte, ‘’sanat’’ ve ‘’bilmek’’ sözlerini kapsayarak tariflenmektedir. Heidegger ise ‘’Teknolojiye Yönelik Soru’’ adlı eserinde ‘’techne’’ kavramını, yeni modern tekniğin niteliğini, zihinsel aklın positivist, araçsallaştırma ve başkalaşım yoluyla öne çıkarmasıyla tarifler (Heidegger, M., ‘’Tekniğe Yönelik Soru’’, Afa Yayınları, Ocak, 1997). Bu anlamda, teknolojinin sağladığı yeni araçlar, bu araçların tariflediği esneklik, şeffaflık, alternatiflik, hız, çoğulcu enformasyon ve mimarlığın yapı dili arasındaki belirsizleşmeyi yeniden tariflemeyi gerektiriyor.
Endüstri devrimi sonrasında, 1970’lerde yaşanan enerji krizi ve sonrasında kullanılan yakıt kaynaklarının yenilebilir olmadığı bilinmektedir. Bu bağlamda, çevre kirliliğine sebep olan yapı sektörünün ve yenilenebilir enerji kaynaklarına duyulan gereksinimlerin ‘’çevre’’ ve ‘’enerji’’ sorunlarına olan ilgiyi tetiklediği de açıkça görülebilir. Bu söylemlere karşın, mimarlığın kaotik üretim yapısında noktasal bir ifade olarak yer alan ‘’sürdürülebilirlik’’ kavramı giderek disiplinlerarası, bölgesel ve küresel ölçekte değerlendirilmeye başlandığı ifade edilebilir.Günümüz mimarlık üretiminde ‘’sürdürülebilir mimari’’ kavramının henüz rasyonalist bir düşünce biçimi olarak benimsenmediğini, ancak bu tutumun ciddi orandaki enerji kayıpları, çevresel felaketler, iklim değişiklikleri ve hızlı tüketim sonuçlarıyla mimarlıkta yeni ‘’akılsalcı/yapısalcı’’ yöntemle sürdürülebilir mimarlığın toplumsal boyutta kendi meşruiyet zeminini oluşturmaya çalıştığını savunan Selçuk Avcı, günümüz teknoloji ve alternatif çoğulculuğun mimari pratiklerdeki potansiyel tehlikelerine de dikkat çekiyor ve ekliyor:
Teknolojinin etkilerinin hiç kuşkusuz çevre kirliliği, enerji tüketimi, mimaride tek-tipleşme, standartlaşma gibi olası üst dillerini ve tehlikelerini de göz önüne alırsak, (yeni) mimarlığın yeni yaratılara ve daha akılcı çözümlere de ihtiyaç duyduğunu gözardı etmemek gerekir. Teknoloji her zaman mimari düşünceyi ve formların evrimini doğrudan etkilemiştir. Bununla ilgili Paxton’un Christal Palace’ı, Eyfel Kulesi, Piano ve Rogers’ın Centre Pompidou’su ya da Rogers ve Foster’ın Alliance Control’ü örnek olarak verilebilir. Bunlara benzer sayısız örnek ile teknolojinin mimariye hizmet eden bir araç olduğunu ve teknolojinin bir anlamda mimarı özgürleştirdiğini söyleyebiliriz. Ancak teknolojinin özgürleştirici etkisi konusunda dikkatli de olmalıyız.
Modern mimarlığın, kendi bedensel üretimine karşılık yeni teknolojilerle kendi estetiğini yeniden tanımlamaya, fonksiyonelliğini değişimlere göre adapte etmeye ve aynı zamanda yapılı çevreye duyarlı kendi kuramsal ve toplumsal paradigmalarını yeniden üretmeye ihtiyacı vardır ve bunun meşruiyet zeminini de yaratmalıdır. Örneğin, modern mimarlıkta bunların ilk adımlarının Meier, Foster ve Piano’nun çevreci tasarımlarından doğan ‘’çevreye daha az zarar verme’’ kaygısı kendi tasarım parametrelerinin alt kodlarına işlendiği bilinen bir gerçektir.
Balance Güneşli, imaj:Avcı Architects
Bu bağlamda modern mimarlığın, ‘’modernite’’ ve ‘’teknoloji’’ üzerinden kurduğu dolaylı ilişki kendi üretim felsefesini kavramsal olarak yeniden sorgular, değiştirir ve doğal olarak mimariyi de dönüştürür.
Günümüz mimarlığında, modern teknolojilerle yapabileceğimiz şeylerle, geleneksel mimari arasında çok fark var.
Çevreye duyarlı tasarımları ve ‘’sürdürülebilirlik’’ tasarım ilkelerini kendi projeleri üzerinden değerlendirerek örnekleyen Selçuk Avcı, geleneksel mimari ve modern mimari arasındaki gerilimi Ankara’daki ödüllü Türkiye Müteahitler Birliği (TMB) binası ve İstanbul, Basın-Ekspres’teki Balance Güneşli projeleri üzerinden değerlendirdi.
‘’Mimarlığın tektoniğinin ve mekan kurgusunun/kalitesinin teknolojik gelişmelere dayatılarak sorgulanması ve ‘’yerellik’’ kavramının kaybolmasına yönelik korkular mimar ve tasarım arasında her zaman sorgulanan bir olgu olacaktır.Ancak gayet iyi bilinir ki, yerellik kavramını yakalamak her zaman mekansal kurgu ya da fonksiyonellik üzerinden kendini var etmez; malzeme, detay ve doğal malzemelerin yeni tekniklerle entegre edilerek yeni sistemler oluşturması, mimarı yapıda yeni form ve estetik arayışlarına da götürür.’’
Mimar Selçuk Avcı, modern teknolojilerin getirdiği yoğun enerji tüketimini azaltmak ve yapılarda maksimum enerji verimliliğini sağlamak için yapıya özgün nasıl yeni sistemler geliştirdiklerini İstanbul, Basın-Ekspres’teki Balance Güneşli projesi üzerinden anlatıyor:
Balance Güneşli, imaj:Avcı Architects
Geleneksel yapı teknolojilerini büyük ölçekli binalarda kullanmak zor. Fakat onun iklimle ilişkisini modern malzemeler kullanarak kurgulamak kolay. Örneğin, Balance Güneşli projesinde, cama ısının dokunmasını azaltmak, klima ihtiyacının artmasını engellemek istiyoruz. Dolayısıyla binanın cephelerine gölgelendirme elemanları koyuyoruz. Cephelere ikinci bir cidar koyup güneşi kontrol ediyoruz. Binanın enerji yükünü azaltmak için üstüne düşen ısıtma-soğutma yükünü minimize etmek gerekiyor. Soğutma yükünü azaltmak için güneşi minimize etmek; makinelerden, insanlardan gelen ısı gibi içeriden alınan kazanımları da çabuk tahliye etmek gerekiyor. Kışın da bunun tam tersi yapılıyor.
Geleneksel mimari ve günümüz teknoloji, malzeme ve yapım tekniklerine de değinen Avcı, geleneksel mimari ve günümüzde üretilen yapıların enerji verimliliği arasındaki farkı şu sözlerle özetliyor:
Günümüzde ısı kaynakları değişti. Eskiden kömür, odun gibi malzemeler yakıt olarak kullanılıyordu. Binanın sıkı fıkı giydirilmesi mümkün değildi; yapıların ısı geçirgenliğini önleyici yöntemler çok azdı. O yüzden duvarlar hem yapısal olarak taşıyıcı oldukları için, hem de izolasyonu maksimize etmek için hayli kalındı. Dolayısıyla bu konuda modern teknolojilerle yapabileceğimiz şeylerle, geleneksel mimari arasında çok fark var. Elimizdeki güncel malzemeler artık çok farklı. Enerji verimliliğini günümüzde daha ekstrem noktalara götürebiliyoruz. Bu, geleneksel formların modern mimariye tercüme edilememesinden çok daha başka bir faktör.
Türkiye Müteahhitler Birliği Binası, imaj:Avcı Architects
Sürdürülebilirlik kriterlerleriyle LEED Platinum sertifikasına sahip olan Türkiye Müteahhitler Birliği Binası (TMB), yapıya özel tasarlanan yeni inovatif sistemler ve yerel malzemelerin kullanımıyla, yeni mimariye dair fonksiyonelliğin ve mimari dilin hemhal olma durumunun en iyi örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Modern mimaride ‘’yerellik’’ kavramının sadece estetik, mimari dil ve fonksiyonellik açısından sürekli sorgulandığının altını çizen Avcı, bu kavramın sadece mekan duygusu/ aidiyet/gerçeklik gibi kavramlar üzerinden değil, mekanın sosyolojik, politik, örgütsel ve ekonomik boyutu açısından da düşünülmesi gerektiğini savunuyor.
Türkiye Müteahhitler Birliği Binası, imaj:Avcı Architects
Türkiye Müteahhitler Birliği Binası (TMB)’ nda Türkiye’de ilk kez kullanılan ve yeşil bina teknolojilerini bir adım öne taşıyan termal labirent sistemi ve yapıya özgün olarak kullanılan yerel malzemeler yapıda diğer binalara oranla %50’ye yakın enerji tasarrufu sağlıyor. Bu anlamda, Türkiye Müteahhitler Birliği Binası (TMB), sürdürülebilir kalkınma, mekanın uzun vadedeki ekonomik verimliliği , rasyonel ‘’çevreci’’ ve dönüştürücü tasarımıyla, yeni üretim teknolojileri, doğal kaynaklar ve kaynak tüketimleri arasındaki gerilime örnek bir model oluşturuyor.
Sürdürülebilir mimarlığın yeni teknolojik sistemlerle sadece ‘’çevreci’’, ‘’çevreye daha az zarar veren’’ gibi kaygılarla üst kimlik arayışlarına da indirgenmemesi ve gelecek nesiller içindeki toplumsal ve yapısal normlarının da doğru analiz edilmesini gerektiğini yineleyen Avcı, sürdürülebilir mimarlığın ekonomik ve esneklik boyutunu şu sözlerle ifade ediyor:
Örneğin, günümüzde işlevlerini yitirmemiş pek çok tarihi yapı mevcut. Tarihi yapılar hayatları boyunca tadilatlardan geçerek bugüne kadar kullanılıyor ve muhtemelen daha yıllarca kullanılma potansiyeli taşıyorlar. Bu demektir ki, o zamanın yatırımcıları, mimarları ve inşaatçıları büyük ihtimalle dönemin daha uzun vadeli kalite anlayışına uygun olarak yaptıkları bu yapılar bugünün koşullarına da ayak uyduruyor. Bu kararların en önemlileri yapıların bir yandan estetiği, öte yandan da esneklikleri ile ilgili. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin ekonomik boyutundan bahsederken sadece harcanan paranın miktarından bahsetmemek gerekiyor.